MECZUP

MECZUP

Yavaş yavaş el ayak çekilmiş, ortalıkta kimsecikler kalmamıştı. Sadece dergahın kapısının baktığı, Selimiye Camiinin önündeki sekiye sırtını vermiş, bir ayağını dergaha doğru uzatmış, başını omzunun üzerinden geriye düşürmüş, yaka bağır açık, saç sakal birbirine karışmış …

.. elindeki sigarayı dudaklarına götürüp derin bir nefes çektikten sonra geniş bir daire çizerek yanına indiren ve ara sıra “piiiir aşkınaaa” diye feryad eden ve her halinden meczup olduğu belli biri öylece oturuyordu. Tek tük gelen geçen garip nazarlarla bakıyor, kimi gülüyor, kimi hiç ilgilenmeden yoluna gidiyordu.

Akşam namazına giren cemaat namazı bitirmiş ve camiden çıkmaya başlamışlardı. Birkaç ihtiyardan sonra orta boyda, siyah bir boğazlı kazak giyinmiş, önü açık yine siyah renkli mantosu ve koyu lacivert pantolonu ile, sırtında çantası, elinde ayakkabıları, ağır halı kapının müsaade ettiği boşluktan kendini dışarıya bir genç hanım attı. İnce telli kumral saçları omuzlarından aşağı, beline kadar dökülüyordu. Cemaatin kadınlar mahfilinde, yarım bağladığı başörtüsü ile namazını eda etmiş, rahatlamıştı. Namazda yazacağı son makaleyi düşünmüştü. Konusu Aşk olacaktı. İlahi Aşk. Ama beşeri aşkı da bir nebze işlemek lazımdı. Gerçi beşeri aşka inanmadığını hep söylemişti ama yine de yazmalı diye düşünmüştü. Bu düşüncelerle hazreti Pir’e de bir fatiha okuyup ondan sonra oteline gitmek üzere dergaha doğru yürümeye başladı.
Caminin son mahfilinin bittiği yeri geçip köşeye başını çevirince meczubu öylece sere serpe yatarken gördü. Birden kan beynine sıçradı. Yüzünü buruşturdu, tiksindi. Gayri ihtiyari elini küçük burnuna götürüp, parmakları ile burun deliklerini, ayası ile de ağzını kapattı. Yaptığı hareketin farkında bile değildi aslında. İnsiyaki bir alışkanlıkla alınmış öylesine bir tavırdı dışardan bakıldığında. Kendi kendine söylendi. “Bu ne edepsizliktir. Hemde ayaklarını dergaha doğru uzatmış.” Sesini sadece kendisi duymuştu, kimsenin duymadığını biliyordu. Çünkü zaten etrafta o meczuptan başka kimse yoktu. Birden sere serpe yatan, saç baş birbirine karışmış meczup, kalın, tok sesiyle “destuuur” diye gürledi genç kadına. “Haddin bilmezlere haddin bildirmek görevimizdir, edebli edebini edepsizden öğrenirmiş” kadın donup kalmıştı olduğu yerde. Ne diyeceğini şaşırmıştı. Dergahın kapısına doğru yürürken duruvermişti, korku dolu bakışlarla meczubun olduğu yere doğru bakıyordu.
Meczup iri yeşil gözlerini kadına doğru çevirdi. Delici nazarlarla baktı. Kadın siyah güzel gözlerini kaçırmak istedi ama alamadı meczubun bakışlarından.
“Muhabbet parayla satılsa senin kısmetine bir kuruşluk düşmezdi biliyor musun?” dedi adam deli deli. 
Bu söz kadının yüreğine oturdu. Bu deliye haddini bildirmeliydi. Yeter artık. Ne oluyordu böyle. Kendisine de arkadaşları deli derlerdi. Bir yandan da yüreğindeki bir ses “Uğraşma şu deliyle” diye konuşup duruyordu.
Sanki duymuştu “Uğraşma deliyle…” dedi adam. Sonra iri iri güldü. Gülerken kahkahaları arasına sıkıştırdığı “deli… deli….” Diye tekrar kelimeleri, genç kadının kulaklarında çınladı.
“Ne münasebet, biraz terbiyeli olunuz?” diye seslendi genç kadın. “Hem eğer edebi biliyorsanız, böyle yüce bir zatın huzurunda bu şekil yatılmaz. Sonra…”
Adam iri iri gülerek genç kadının sözünü kesti. “Sonra…. Çarpar mı… Niye bu yüce zat kamyonmu… -deli deli güldü yine- Merak etme o yüce dediğin zat kendi hiçliğinin farkındadır, sen yüreğindeki gurur dağlarını erit, kibir denizlerindeki kabarmayı dindir de etrafına bak. Senin yere göğe göğe konduramayıp kendi kafanda oluşturduğun makamlardan geçeli çok oldu. O makamlara dönüp bakmadı bile zamanında. Sen ve senin gibiler otuttunuz o makamlara onu. Kurutulmuş et yiyene aşık olanın makam sevdası olmaz. Yüreğinizdeki arzularınızı böyle dışa vurarak hiç olmazsa bu adamı rahatsız etmeyin be. Davacıyım… Davacıyım… ” Sonra elindeki sigarayı hep yaptığı gibi, başının üzerinden geniş bir daire çizerek dudaklarına götürdü, derin bir nefes çekti, başını geriye attı, dumanı büyük bir keyifle üfledi boşluğa.
Kadın iyice öfkelenmiş, titremeye başlamıştı. “Sen… sen nasıl olurda Hazreti Pirime laf edersin? Utanmaz, arlanmaz adam. Halinden haberin varmı senin?”
Adam bu kez gözlerini kısarak baktı genç kadına. Tepeden tırnağa süzdü. Sonra istihzai bir tebessümle “Benim halimden haberim var, amma senin yok. Senin halinden haberdar olmadığından haberin varmı? Dönde geriye bir bak, döktüğün, kırdığın, incittiğin kalplere, aldığın ahlara. Haberin varmı kara gözlü kız… Mahşeri kalabalıklar içinde yalnızlığı yaşıyorsun. Önce yüreğinle barış… Önce yüreğinle barış… Önce yüreğinle barış ki gerçek aşkı bulasın. Burası Konya, Unutma. Burada aşıkta vardır, sarhoşta, meczupta vardır delide. Bu kapı hepsine açıktır. Şu halinle sana bile. ” Sonra aniden susuverdi. Genç kadın başını önüne eğmişti. İlk defa gerçekleri yüzüne haykıran biriyle karşılaşmıştı. Hemde deli, meczup biriyle. Büyük bir teessürle döndü geriye kulaklarında hala edepsiz diye küçümsediği az önceki adamın sesi yankılanıyordu.
“Burası Konya… Unutma… Aşıkta vardır… meczupta… Bu kapı herkese açıktır… Bu halinle sana bile…”

Alıntı…