MERAK EDİYORUM, ÖYLEYSE VURUN?

Merak duygusu, keşfetme arzu insanın çevresini, ilişkilerini, yaşamı öğrenme ve anlama çabasının yanı sıra temelde hayatta kalma güdüsü ile yakından ilgilidir. Çocukluğunun 2 ve 4 yaşları arasını hatırlamaya bilir pek çok kişi, çevresindeki bu yaşlardaki “fırlamaları” gözlemlesin. Kendisi hakkında bir fikir sahibi olur. Gördüğü ve duyduğu, dokunduğu ve koklayıp tadına baktığı her şeyi “Bu ne? Bu ne?” ısrarlarıyla araştıran genç dedektif, sorusuna cevaplar alana kadar ve o şeyi zihnine yerleştirene kadar devam eder.
O yaşlarda zihin sünger gibi yaşamın içindekilerle adeta dans edercesine her şeyi kayıt altına alır. Israr ve merak keşfetmeyi giderek daha da geliştirir. Temas kurduğu her şeyi meraklı gözleri ile inceler, yere vurur, silkeler, atar seslerini inceler, koklar ve tadına bakar. Kendi “boku” ile oynamamış ve hatta onun tadına bakmamış bir velet yok gibidir. Onun tek derdi vardır. Öğrenmek. Hayatta kalmayı geliştirecek yeni yeni keşiflerde bulunmak.
Evin odaları, balkonları, dolapların içleri, çekmeceler, ocakların nasıl yakıldığı, kibrit ve çakmağın nasıl ateşe dönüştüğü, anne ile babanın gece ne yaptığı hep bir keşif heyecanını besleyen merak duygusundan. Kendi başına çözümleyip anlam veremediği zaman bıkmadan, usanmadan sorar: “Bu ne? Adı ne? Neden?” Sorar, sorar ve döner tekrar sorar. Çocuk işbaşında!
Bu yaşlarda onların merak duygularına ilgisiz veya tepkili davranmak, azarlamak ve kızgınlık ile yaklaşmak, ileriki yaşamlarında öğrenmeye tepkili, içe kapanık, ilgisiz bir insana dönüşmesine neden olunur. Onun sabırla ve heyecanla öğrenmek için kendi işini yaptığını ve bu çabasında ona destek olunması gerektiğini kavramak, onun gelecekteki başarılarına zemin hazırlamaktır.
Çocukta merak duygusu bastırılıp, köreltildiği durumda onun gelecekte “tembel, uyuşuk veya pısırık” olarak adlandırılmasına yatırım yapmış olacaktır. Bu muhteşem duyguyu çocukta körelttikten sonra onu tekrar iteklemeye çalışmak ise ayrı bir travmaya neden olacaktır.
Anne ve babalar ya da nine ve dedeler çocuk zarar görecek korkusuyla çocuğun etrafına görünmez duvarlar örerler. Koşmasına, zıplamasına, tırmanmasına, sarkmasına, atlamasına, dokunmasına, koklamasına, tatmasına engeller oluştururlar. Koltuğa ilk dağcılık becerilerini geliştirmek üzere tırmanan çocuğa “yapılan yardım- onun için en büyük kötülüktür-“ çocuğun başarı duygusunu geliştirmesini öğrenmesini baskılar.
Çocuk, yaşamın gerçek mirasçıları, gerçek kaşif ve en iyi öğrenenler. Onları rahat bırakın. Ölümcül olabilecek durumları yönetin ve özgür bırakın. Gözünüz üstlerinde olsun lakin müdahale edeceğiniz zamanı iyi belirleyin. Kendi yaşıtları ile sık sık bir araya gelmelerini ve kendi oyunlarını oynamalarına izi verin. Çünkü çocuklar bir birlerine öğretmeyi ve bir birlerinden öğrenmeyi daha çok sever.
Bir çocuğu ne kadar yalıtır ve izole ederseniz, o kadar da “sorunlu” bir insan yetiştirmiş olursunuz. Bırakın düşsün. Düştüğünde siz telaş yapana kadar o buna güler, ancak sizin telaşınızdan korkarak ağlamaya başlar. Yaptığının yanlış olduğuna dair bir hisse tepki verir ve tabiri caiz ise “ota çiçeğe” ağlamaya başlar.
Onun yaşamı sünger gibi emen merak duygusunu köreltmek, bir anlamda onu yaşamda savunmasız bırakmak olacaktır. Anne-baba olarak yorgunluk ve bıkkınlık göstermeye hakkınız olmadığını kabul ile çocuklarınıza yaklaşınız.
Kurallarınız çocuğun merakını bastırıp, körelttiği taktirde, kaygı ve endişesi yüksek bir kişiye yatırım yaptığınız gerçeği bir yana, kendini savunmaya veya geliştirmeye kapalı bir kişiyi yaşam içinde yaşayacağı zorlukların önüne yem edersiniz. Çocuğun merak duygusu toplumsal kurallara kurban edildiği oranda da başarısız ve edilgen bir kişi yetiştirmiş olursunuz.
Merak duygusu aranan soruların cevapları ile hazza dönüşür. Çocuğun sadece merakı baskılanmaz, hazzına da ket vurulmuş olunur. Kaygı ve endişe bilinmeyene karşı oluşur, bu da merakı bastırılıp, cesareti köreltilmiş olan çocukların gelecekte anti-depresanlar ile var olmaya çalışması demektir. Çünkü gölgesinden dahi ürken, beklenmedik seslere veya hareketlere aşırı tepki vermeye başlayan yetişkinlikleri incelediğinizde merak duygusu körelmiş, öğrenme isteği sönmüş insanlar karşınıza çıkar. Özellikle çocuğa “başkaları ne der?, ayıp ama…, sana kaç kere söyledim, tokat geliyor yine,…vb…” yasak koyucu, engelleyici cümleleri binlerce kere tekrar ederek onları nasıl programladıklarına dikkat edilmelidir.
Elbette ki sınırlar ve dur çizgileri olacaktır. Bunun da çocuğa özgürlüğünü kısıtlamadan öğretilmesi gerekmektedir. Ancak baskı, ceza, mahrum etme, tehdit, şiddet, azarlama gibi yaklaşımlar ile elde edilecek tek bir sonuç vardır. Çocuğun ruhunu öldürmektir bunun anlamı.
Ona birey olarak yaklaşılmalı, çünkü o artık bir birey. Rahminizde taşıdığınız bebek değil. O artık doğdu. Ve onunla halen simbiyotik ilişkiyi sürdürmeniz, onu sevmek değil, ona bir “eşya gibi” sahip olma isteğinizden kaynaklanır. Bu da çocuğun gelişimini “ana kuzusu” sınırlarından öteye geçiremez. Ona her anlamda bir birey olarak yaklaşılmalı, mahremiyetine saygı göstererek başkalarına ve özellikle de kendisine özsaygısı geliştirilmelidir. Belli bir yaştan itibaren, onun görevleri olmalı, o görevler onun yerine yapılmamalı. Özellikle okul ödevleri… Arkadaşları ile ilişkilerini saygı ve sevgi temelinde ve ancak kendisini koruyacak şekilde, kendisinin geliştirmesine imkan tanınmalı.
Rüşvet anlamına gelen “ödüller”, çocuğu rüşvet vererek var olma alışkanlığı geliştirmeye itekler. Çünkü çocuk model alır ve bu modelleri uygular. Çocuğun hatası gibi bir yaklaşım anne-babanın ona neyi öğretemediğinin göstergesidir. Bu nedenle çocuğun merakına ve öğrenme azmine aynı sabır ve azimle destek olmaya hazır olmayanlar, sadece kuru bir deneyim için anne-baba olmayı düşünmeden önce kendilerini buna hazırlamalıdırlar. Faruk Acarsoy