Hiç Bir Şeyin Sırrı…


Dede bu kadar dingin ve huzurlusun, neşen ve mutluluğunla… sırrın nedir? 
“Hiç bir şey torun” dedi. 
Olmalı… bir sır mutlaka olmalı? 
“Gözü kapalıya, kulağı tıkalıya, yüreği mühürlüye ne anlatırsan anlat. O sırrın peşinde dolanır durur. Kuyruğunu yakalamaya çalışan köpek misali. Sır buysa, vaz geç…” “Nasıl?”
Dur. İzle, dinle, dokun… Bunları kim yaptı? Sen baktın, sen duydun, sen hissettin. Bunlar sana ne öğretti?
Bir şeye geçmişinle bakarsan, geçmişinle dinlersen, geçmişinle dokunursan, geçmişinle koklarsan, geçmişinle tadarsan. Yeni ne öğrenebilirsin ki… Lakin eskiyi unutmak, yok saymak değil. Eskiyi katmadan, eskiye katmadan… Bak şu kedilere biraz önce nasıl oynuyorlardı, şimdi ise kavga ediyorlar, diş çıkarmışlar ısırmak için, tırnaklarını yırtmak için… Bekle… Birazdan yine oyunlarına dönecekler, sonra yine kavgalarına. Doyduklarında oyuna, açlıkta kavgaya… Şimdi bak dön kendine. Tok iken, yani mutlu iken mutlusun, aç iken yani bir şey istiyorken onu elde etmeye çalışıyorken kavgadasın… Elde etmekten vaz geçip, paylaşmayı öğrenirse insan kavgaya girer mi?
Mutlu olmak için çaba harcamaktan vaz geçmedikçe, kuyruk peşinde başı döner insanın. Sır neymiş?
Hiç bir şey dedem? Faruk Acarsoy