PİR VE BOSTANCI

Eskiden Anadolu’nun dört bir yanında ocaklar varmış. Bu ocaklarda, bilim, ilim erbabı ustalar akıl danışılan, feyz alınan kişilermiş. Bir problem çözmek için, yeni bir işe başlamak için veya müzakereler için bu ocaklara gelirmiş insanlar. 
Adı sanı unutulan bu ocaklardan birine bir gün bir adam gelir. İri yarı heybetli, sıksa adamın gırtlağını canını hemen alacak biri. Kapıyı çalmış. Açmışlar. Buyur etmişler. İhtiyar pirin yanına götürmüşler.
Adam: “Pirim, bu güne kadar şakilik yaptım, 99 can aldım lakin uslanmak ve tövbekar olmak istiyorum. Can almak, can yakmaktan usandım. Baktım dünyayı kelle keserek düzeltemeyeceğim, kendimi düzelteyim diye düşündüm. Vardım sana geldim. Bana bir akıl ver, ne yapmalıyım?”
İhtiyar pir gülümser. ” Gel.” der. Elinden tutar, bu içinden çocuksu saflığı taşan iri yarı adamı. Ocağın yanında boş bir tarla gösterir. ” Burayı Bostan yap. Sebze meyve ek, dik. Geleni, geçeni boş çevirme ikram et, doyur. Lakin kimseyi boş çevirme, illaki ikramda bulun. Bir de bu kuru dalı dik. Bu dal yeşerirse bilki Allah katında tövben kabul olmuştur.”
Adam İhtiyar pirin gösterdiği tarlayı eker biçer, şenlendirir. Kuru dalı da eker, her gün sular. Gelene geçene sofra kurar. Meyveler, sebzeler ikram eder. Onlara hizmet eder. Heybelerine yolluk koyar. O iri yarı gaddar adam, insanlara hizmet ederek kuru dalın yeşermesi için dua ederek gün geçirir olmuş. Herkesler de memnunmuş.
Derken günlerden bir gün, kasabanın ileri gelen tüccarlarından birisi İhtiyar Pirden akıl almak için Ocağa doğru gelirken bostanın önünden geçiyormuş. Bostancı “Buyur Beyim, bir soluklan. Sana güzel bir karpuz keseyim. Hararetini alsın.”
Tüccar sinirle “Olmaz şimdi, acelem var be adam görmüyor musun.” der. Bostancı ikramda ısrar edince onun heybetinden de ürktüğü için.” Dönüşte geleceğim. Şimdi acelem var. Söz ikramını dönüşte…” der.
Tüccar Pirin huzuruna çıkar ve hal hatır sorulduktan sonra.
Tüccar: ” Pirim bir maruzatım var. Aklımı çokça kurcalayan bir mesele. Senden akılmaya geldim.”
Pir:” Buyur. Varsa aklımız elbette. der.
Tüccar:” Bir sorum var. Sorumda şu. Bir adam kendi yetiştirdiği ağacın meyvesinden yese haram mıdır?”
Pir hiç düşünmeden, “Neden haram olsun ki. İnsan meyvesini yemek için ağacı yetiştirir.” deyince, Tüccar gözlerinde delice bir sevinçle fırlar, Pirin ellerini öper ve hızla huzurdan çıkar. Acele acele geldiği yoldan geri dönmeye başlarken, Pir ” Ahh ben ne yaptım.” der. Ve ocaktaki öğrencilerine, “Tez tüccarı durdurup bana geri getirin” der.

Tüccarın hızla geldiğini gören Bostancı bir karpuz kopartır ve dilimliyerek tabağa doğrar. Lakin Tüccarın durmadığını görünce koşar önünü keser. ” Beyim karpuz kestim. Yedirmeden bırakmam Vallahi. diye yemin eder. Tüccar sinirle, bostancıya bağırıp çağırmaya ve küfürleri saydırmaya başlar. Bostancı bir Tüccara bakar, bir elindeki bıçağa, adamın ettiği hakaretler onur kırıcıdır. İçinden ” Ha 99 ha 100.” diye düşünürken bıçağı Tüccarın kalbine saplar. Tüccar oracığa yığılır. Tüccarı yakalamaya çıkan ocak öğrencileri Bostancının Tüccarın ölü bedeni başında durduğunu görünce hızla geri Pire haber etmeye koşarlar. Pir gelir. Bakar ki Bostancı öylece üzgün yerdeki ölüye bakmaktadır.
Pir: ” Üzülme oğul. Belkide dünyadaki en büyük sevabı işledin.”deyince bütün öğrenciler ve Bostancı soran gözlerle Pire döner. ” Bu deyyus benden icazet istedi. Yetiştirdiği ağacın meyvesinin helal mi haram mı olduğunu sordu. Ben düşünmeden helaldir deyince, gözlerindeki şehvetli sevinci anca o çıkınca anladım. Ağacın meyvesi dediği kendi kızıydı. Kızına niyetlenmiş. Üzülme oğul. Hem bak kuru dalın filiz vermiş.”
Gerçekten de o kupkuru dalda bir yeşillik ve bir can hayata gelmiş.

Çocukken bize anlatılan hikayelerden biri olarak aklımda kaldı. Nedense bugün hatırladığım kadarıyla yazmak istedim. Faruk Acarsoy